Medya ve Tüp Bebek Uygulamalarında Ahlaksız Teklif

Tüp bebek 2

Medya ve Tüp Bebek Uygulamalarında Ahlaksız Teklif

“Tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrası”na dair 1928 tarihli kanundan başlayarak, “Tıbbi Deontoloji Tüzüğü”, “Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi”,  “Özel Hastaneler Yönetmeliği”, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, Türk Tabipleri Birliği “Hekimlik Meslek Etiği Kuralları”, “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi” belgelerinin hepsinde “Tababetin Ticarileştirilmesi” yasaklanmıştır.

Farklı ifade ve cümlelerle ama ortak özetle;

  • Hekimlik mesleğine ve tedavi kurumlarına ticari bir nitelik kazandırılamaz.
  • Hekimler kendi reklâmlarını yapamaz, ticari reklamlara araç olamaz, çalışmalarına ticari bir görünüm veremez; insanları yanıltıcı, paniğe düşürücü, yanlış yönlendirici, meslektaşlar arasında haksız rekabete yol açıcı davranışlarda bulunamazlar.
  • Tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, kamu sağlığını bozucu, hastaları istismar edici reklâm (açık ya da örtülü) ve ilânlar verilemez.
  • Özel hastaneler; insanları yanıltan, yanlış yönlendiren ve talep yaratmaya yönelik, diğer hastaneler aleyhine haksız rekabet yaratan davranışlarda bulunamazlar ve bu mahiyette tanıtım yapamazlar.
  • Bilgilendirme ve tanıtım faaliyetleri kapsamında, yanıltıcı, abartılı, doğruluğu bilimsel olarak kanıtlanmamış bilgilere ve talep yaratmaya yönelik açıklamalara yer verilemez
  • SÖZÜN ÖZÜ ; İnsan vücudu ve onun parçaları, ticari kazanç sağlanmasına konu edilemez. Sağlık, bir kamu hizmeti olarak kamu yararını korumak zorundadır.

Sağlıkta reklam yasağı, özellikle son yıllarda ve belirli sağlık kurumu ve hekimlerce kamunun bilgilendirilmesi örtüsü altında ticari bir şekle büründürüldü. Pek çok örneği olduğu gibi “yasak”lar amaca hizmet etmiyor, hatta yasakların etrafından dolaşılarak amaca ve hedefe ulaşmanın karşı konulmaz çekiciliği ile bazı hekimler yasağı avantaja dönüştürüyorlar. Çözüm, ya sağlık alanındaki örtülü reklamların batı toplumlarında olduğu gibi ciddi olarak denetlenmeleri ve ağır cezalara çarptırılmaları ya da açık reklamın her hangi bir başka ticari ürün için olduğu gibi vahşi rekabete açık bırakılmasıdır. Reklam serbestliğinde tüketici yani örneğimizde sağlık hizmetini alan vatandaş, tıbbi tanıtımın reklam olduğunu bilerek kendisi bizzat araştırmasını yapar ve doğruyu seçer. Güya reklamın yasak olduğu şimdi ise çok izlenen TV kanallarında hatta haber programları içinde “profesör” ünvanı olan özel sağlık hizmeti sunucuları, on binlerce dolar ödeyerek bilgilendirme kılıfı altında kendisinin ve kurumunun gizli reklamını yapmakta sakınca görmüyorlar.  Bu noktada, ticaret adına akademik ünvanın kullanılması da ayrıca bir etik kural ihlali, örtülü haksız rekabet aracıdır. Doçentlik ve profesörlük, üniversite öğretim üyeliği kadro tanımlamalarıdır ve sadece akademik ortamlar için geçerlidir. Batı toplumlarında bizdekinin aksine, akademik rütbeler ne muayenehanede ne de günlük hayatta kullanılırlar. İnsanlar bunu yapma ihtiyacı duymazlar bile, çünkü isim ve soyadları kendilerini tanıtmak için tek başlarına yeterlidir. Hanedanın  mirasyedileri misali akademik ünvanların ölene kadar isimlerin önünde taşınmaları, Türkiye’ye ve kişilere özgüdür. İyi sağlık hizmeti vermek için uzman tıp doktoru olmak yeterlidir. Akademik ünvan, sadece üniversite ortamında eğitim, araştırma ve üniversite kadroları bağlamında ve fikir üretildiğinde geçerlidir.

Özetle, aslında günlük uygulama pratiğinde Türkiye’de tababette reklam serbesttir ama sadece arkasında, çalıştığı özel sağlık kurumunun ticari sermaye desteği olan hekimler için…Burada asıl reklamı yapılan özel kurumdur ; amacı haksız rekabetle daha çok para kazanmaktır ; alet olarak kullanılan hekim ise özel kurumlarda aldığı ekstra prim dışında sadece figürandır.

Medyada en çok boy gösteren ve ulusal görüntüsü altında hisselerinin çok büyük kısmının dış kaynaklı bir şirkete ait olduğu bilinen hastaneler zincirinin örtülü reklamları, yıllardır aynı hekim tarafından yürütülmektedir. Bazen haber programlarında “tıp biliminde yeni bir buluş” başlığı altında güya “Halkı Aydınlatıcı Sağlık Haberi” veren bir profesör, bazen ise “Gelin Evi” formatında bir yandan yenilip içilip göbek atılırken bir yandan da kadınlara “Üremelerine Yardımcı Kahraman Doktor” rolünde, güya halkı bilgilendirmekte, aslında yönlendirmektedir.

En güncel reklamlar, “mikrochip” ile ilgili olanlardır. Buradaki kavram kargaşasını da ıskalamamak gerekir çünkü mikroişlemcili mini modül izlenimi vermesine karşın aslında tanıtılan gereç, sperm hücrelerinin içinden geçtiği PMMA (polymethyl methacrylate) içerikli bir mini labirent sistemidir. Mikro-akışkanlık üzerine kurulu bu sistem içinde çıkışa ilerleyebilen sperm hücrelerinin morfolojik olarak daha normal ve DNA hasarı daha az oldukları iddia ediliyor. İzmir’de üretildiği söylenen gerecin patenti “Koek Biotechnology ve DxNow Inc” ticari şirketlerine ait. Aslına bakarsanız en az 3 yıldır tüp bebek merkezleri tek tek dolaşılarak tanıtılmış ve ticari olarak satışa sunulmuş bir gereçtir bu. İcat eden ve şirketlerin kurucusu, ABD Stanford Üniversitesi’nde araştırma laboratuarı bulunan Türk Bilim Adamı Bilgisayar Mühendisi Utkan Demirci’dir.

“Mikrochip”in hiç mi bilimsel çalışması yok? Var elbette.. Sperm canlılığı yüzde 76’dan yüzde 90’lara, hareketli sperm oranı yüzde 58’den yüzde 80’lere çıkıyor, DNA hasarı yüzde 16’lardan yüzde 8’lere düşüyor, X, Y ve 18. kromozomlarda aneuploidi azalıyor. Ancak tüm bu veriler deneysel nitelikte ve klinik olarak sonuçlara ne kadar yansıyacağı belirsiz. Sayın Demirci ve diğer otörlerin de vurguladıkları gibi (K.L. Rappa et al. / Biotechnology Advances 34 (2016) 578–587) reklamlarda iddia edilenlerin aksine henüz hiçbir klinik çalışmada bu iddialar kanıtlanmış değiller

Gelelim örtülü reklamlara.. Esasında Ekim 2014 ve Aralık 2015 tarihlerinde de Ulusal Haber Ajansı ve çok izlenen TV haber kanallarından birisinde aynı ekip tarafından mikrochip’in tanıtımı ve reklamı yapılmıştı. O tarihlerde yöntemin 1,5 yıl içinde 40 merkezde 200’e yakın hastada tüp bebekte, 1000 çiftte de suni aşılamada başarıyla uygulandığı ve gebelik oranlarının yüzde 67,4 (dünyadaki en yüksek, ulaşılması güç oranlar) olduğu söylenmişti. 13 Şubat 2017 tarihinde 3 yılda 250 olguda (1,5 yılda sadece 50 olgu eklenmiş) başarı oranını yüzde 69,4 olarak duyduk, yani yüzde 2 oranında artmış. Yine, yeniden, ilk kez icat edilmişcesine 14/15 Şubat 2017 tarihlerinde de yine çok izlenen iki TV haber kanalında haber sunucuları mikrochip ile ilgili “bilimsel” bir girişten sonra sözü malum “hekim”e verdiler. Önce yöntem “doğal rahim ortamı” olarak tanıtıldı. Mikrochip’ten geçen spermlerin süzülerek en mükemmellerinin tüp bebek işleminde kullanılmaları nedeniyle hızını alamayıp yüzde 78 gebelik “mucize”sini ağzından kaçırdı. Yine adeta “tüp bebek ombudsmanı” hocamız, hiç bir üreme sorunu olan çifti elinden kaçırmamak için olsa gerek, daha da ileri giderek spermleri seçerek düşüklerin de önlenebileceğini, hatta (sıkı durun) genetik hastalıkların da bertaraf edileceğini söylemekten kendini alamadı. Doğal olarak dinleyici, rahim, tüpler gibi üreme organlarının aslında PMMA gibi sentetik yapıda olmadığını, doğal ortamında her bir aşamada yüzlerce moleküler olayın sperm hücrelerini nasıl aktive ettiğini bilemezdi. Aynı şekilde sıradan vatandaş, düşük ve genetik konusundaki safsataları da anlayamazdı. Bilgilendirme kamuflajında yapılan bu açıklamalar çok açık reklam ve çocuksuzluğuna çare arayan çiftleri istismardır.

Sormak gerekir ki iddia edilen başarı oranları hangi akademik ortamda araştırılmış ve nerede yayımlanmıştır? Başarının tanımı nedir? Kaç infertil olguda, hangi yaş gruplarında, kaç yıllık infertilitede, hangi indikasyonlarla tüp bebek yapılmıştır? Mikrochip’in uygulanmadığı aynı özellikleri taşıyan olgulardaki başarı oranları nedir? Neden soruyoruz? Çünkü bilimsel olarak araştırılmamış, üstünlüğü kanıtlanmamış, yayımlanmamış hiç bir iddia ne ahlakidir, ne de etik…

Bilim insanlığı ayrı bir değerdir. Büyük olasılıkla Utkan Demirci’nin bu reklamların hiç birisinden haberi yoktur. Her ne kadar programda kendisinin de sözlerine yer verilmişse de ben çekimin, sonradan ve kendisinin de haberi olmadan montajlandığına inanıyorum. Neden? Çünkü kendisi bir bilim adamına yakışır şekilde aynı TV programında aynen şöyle diyor: “hiç kuşkusuz, mikrochip’le iddia ettiğimiz üstünlüklerin uygulamadan önce mutlaka klinik çalışmalarla doğrulanması, kanıtlanması gerekir”. Bilim insanlığı işte budur.

Reklamı yapılan “mucizevi” ileri tüp bebek teknolojilerinin sonu yok. Programlara çıkarılan, hiçbir şeyden habersiz, nasıl gebe kaldığını bile bilmeyen vatandaşlar, ne kadar şanslı olduklarına seviniyor olsalar gerek. Öyle ya, uygulanan teknolojileri duydukça “bize ne çok şey yapılmış da haberimiz yokmuş” diyorlardır her halde.. Uzman hekimimize göre yapılmayan yok. Embryo tutkalından tutun, yapay rahime,  gebelik aşısına, kan sulandırıcıya, hatta Viagra’ya kadar her şey kullanılmış ve gebe kalmayan tüp bebek hastası kalmamış geride.. Öyle anlaşılıyor ki benzer şekilde antioksidan’dan, büyüme hormonuna, DHEA’ya kadar, geri döndürülmeyen menopozlu kadın da kalmamış toplumumuzda.. Bilinmesi gereken, aslında tüp bebek tedavisinin temel aşamalarının hem ülkemizdeki hem de dünyadaki farklı merkezlerde aynı olduğudur. Yumurtaları uyarıcı hormon ilaçları, protokoller, laboratuarlarda uygulanan yöntemler, kültür ortamları, inkübatörler, dondurma çözme süreçleri her yerde aynı ve standarttır. Hem kullanılan ilaçlar, kültür ortamları, hem de araç gereçler birkaç uluslar arası firmanın ürünleridir. O halde, merkezler arasındaki başarı farklarının nedenleri, deneyim, kalite standartları, en önemlisi çalışanların bilimsel, etik ve ahlaki mentalite yapılarıdır. Bunun dışındaki tüm reklamı yapılan “ileri teknoloji” alternatifleri, bilimsellikleri kanıtlanmamış, sadece üretici uluslar arası sermayeyi (ve dahi haksız rekabetle öne çıkmaya gayret eden hekim ve özel kurumu) zengin eden (ve dahi sorunu olan vatandaşın sırtından) iddialardır.

Bir programda da aynı hekim ve medya ekibi, konu sıkıntısına düşmüş olsalar gerek ki çevre kirliliği konusuna girdiler.  Buradan tüp bebeğe nasıl geçecekler diye merak ederken hava ve gıdalardaki zararlı maddelerin spermlere ve yumurtalara zararlı olduklarından bahsedildi. Oradan, yıllar içinde erkeklerin sperm sayılarındaki düşüşe değinilerek aslında infertilite oranlarında hiçbir artış olmadığı halde programı izleyen insanlarda bir kısırlık paranoyası oluşturulmaya çalışıldı. Buradan nereye varılacağı merak edilirken “medya tüp bebek ombudsmanımız” bombayı patlattı. Meğerse her genç kızın hatta evlenmeden yumurtalarının sayısını ölçtürmesi, ergenliği atlatmış her genç erkeğin de gidip spermlerini saydırması önerilecekmiş. Bu akla ziyan çıkarsama ve buradan nemalanma çabası, sağlıkta ticarileşmeyi zirveye taşımış oldu. Buna biz tıp biliminde abartılı tanı ve abartılı tedavi diyoruz ki şu anda dünya tıp otoriteleri “ticari tıp” uygulamalarının bu istismarı ile savaşıyor.

Genelde infertilite, yanlış kullanımla kısırlık (en az 1 yıl içinde istenildiği halde çocuk sahibi olunamama durumu), özelde in vitro fertilizasyon (gündelik kullanımı ile tüp bebek) yani vücut dışında oluşturulan gebelik, toplumda her zaman ilgi odağı olan  konulardır. İnfertilite ve tüp bebek tedavisi, “üreme tıbbı” bilim dalı içinde sadece bir alt gruptur. Çoğu infertilite ve hormon hastalığı sorunları, üreme tıbbı kapsamında, altta yatan sorunun ortadan kaldırılmasıyla çözüme ulaşır. Normalden sapma göstermiş üreme ile ilgili fizyolojik mekanizmalar, kısa süreli ve ucuz tıbbi ve veya cerrahi tedavi yöntemleriyle kolayca düzeltilebilir. Uluslar arası yayınlara göre çocuk sahibi olamayan çiftlerin sadece yüzde 3’ü son çare olarak tüp bebek tedavisine ihtiyaç gösterirler. Kısa yoldan bebek sahibi olmayı sağlar gibi görünen tüp bebek yönteminde eve sağlıklı bebek götürme başarısı, en iyi şartlarda yüzde 30 – 40 olan bir uygulamadır. Buna karşın örtülü reklamlarda hiçbir zaman eve bebek götürme başarı hızlarından bahsedilmez. İnternet sitelerinde ve medyada uçuşan “ticari başarı oranları” en az yüzde 50’lerden başlar, hızını alamayanlar yüzde 70-80’lere kadar gider. Açıkça söylenmese de aslında “başarı”dan kastedilen gebeliğin devamı gelmese de bir şekilde kan örneğinde gebelik hormonunun yükselmesini de kapsar.  Gebelik ve canlı doğum oranları gerçekten, yeni evli ve genç çiftlerde ortalamaların üzerindedir ama sahici günlük hayattaki her yaştaki ve her süredeki infertil çift popülasyonu için bu oranlara yaklaşmak olanaksızdır. Gelin görün ki bazı hekimler için tababet – ticaret bağlamında abartılı ve gerçek olmayan başarıdan bahsetmek, cazibesi önünde durulamaz bir aldatmacadır.

Bugün Türkiye’de değil yüzde 3, gözlemlerime göre yüzde 30-50 infertil çifte ilk önerilen yöntem, tüp bebek olmaktadır. Hatta infertilite tanımı için geçerli 1 yıllık deneme süresi bile beklenmeden yapılan bu öneri, bana göre açıkça bir ahlaksız tekliftir. Yüksek eğitimli bile olsa konu hakkında bilgisiz, çaresiz çiftlerin kavram olarak tıp bilimine ve tıp insanına saygısı, onları istismara açık duruma getiriyor. İnfertil bile olduğu bilinmeyen, hatta yeni evli çiftlere yapılan ahlaksız teklif, kendi ifadeleriyle aynen şöyledir : “Tıp bu kadar ileriyken neden uğraşacaksınız? Yok ilişkilerinizi yumurtlama günlerine göre ayarlayacaksınız, yok tahlil için laboratuarlarda sürüneceksiniz, sonucun ne olacağını bilmeden sürekli gidip geleceksiniz, yaşınız geçecek, yumurtanız bitecek, uğraşıp duracaksınız. Gelin size hemen bu ay tüp bebek yapıverelim, alın bebeğinizi evinize gidin”. Oysa büyük olasılıkla evlerine elleri boş dönecek yüzde 70 çift için başarısızlığın psikolojik şoku, bırakınız ekonomik kaybı, büyük bir çöküntü yaratır. Durup dururken, birileri 3-5 kuruş fazla kazanacaklar diye, öz güven kaybı, evlilik ilişkilerinin zedelenmesi, tekrar tekrar tüp bebek tedavisine mahkum olduğu yanlış kanaati, küçümsenecek travmalar değildir. Bu çiftlerin bir kısmı, deneme süresiyle paralel olarak kendiliklerinden gebelik yaşıyorlar, diğerleri ise ticari olmayan bir sağlık kurumunda, başarısız pek çok tüp bebek denemesini takiben ilk kez temel infertilite laboratuar tetkiklerine başlıyorlar. Esasında tüp bebeğe yönlendirici yanlış bilgilendirmenin aksine, temel infertilite araştırması bir, en fazla iki ay içinde tamamlanır. Gebeliği engelleyen bir neden bulunduğu zaman da sorunun tedavisi ve başarı beklentisi sadece 3-6 ay gerektirir. Diğer bir deyişle, ticari yönlendirmenin aksine, en az tüp bebek tedavisinin 2 katı başarı sağlayan “sebebe yönelik tedavi”, gerçek tıp uygulamasıdır. Kısa sürede, çiftin psikolojisini ve ekonomisini zorlamadan gebelik şansını kullanmaya fırsat verir.  Çiftler, sonuç alamazlarsa tüp bebek tedavisine her zaman başvurabileceklerini bilmenin rahatlığını yaşarlar.

Neden ülkemizde çok fazla tüp bebek uygulaması yapılıyor?

  • Çocuksuz çiftler bu yöntemle hemen bebek sahibi olacaklarını sanıyorlar çünkü kendilerine doğru ve şeffaf bilgilendirme yapılmıyor ;
  • Özel kurum ve hekim web sitelerinde hiçbir zaman tüp bebek tedavisi başlatılan çift sayısı başına eve sağlıklı bebek götürme oranları açıklanmıyor.
  • Çocuksuz çiftler gerçeği yansıtmayan “başarı” oranlarına aldanarak sabırsız davranıyor, hemen sonuca ulaşacaklarını sanıyorlar.
  • Duyumlar ve medya reklamlarından etkilenip sürekli hekim değiştiriyorlar.
  • Merkezler için kar getiren bir yöntem ;
  • Hekimlik bilgileri yerine teknisyenlik pratiklerini önceliyorlar.
  • Çabuk harekete geçerek hastaların başka bir hekime kaçma olasılığını azaltıyorlar.
  • Sağlık Bakanlığı Türkiye’de (bilinmeyen bir nedenle) tüm dünya ülkelerinden farklı olarak tüp bebeği de içine alan 3 yıllık uzmanlık sonrası “Üreme Endokrinolojisi ve İnfertilite” alt dal eğitimi yerine 6 aylık “Tüp Bebek” eğitim sertifikası programını düzenliyor. Oysa “ Kanser” ve “Yüksek Riskli Gebelik” gibi diğer alt dal eğitimleri, diğer ülkelerdeki gibi 3 yıllık programı gerektiriyor.
  • Sonuçta sadece “Tüp Bebek” teknikleri, adeta teknisyenliği öğretiliyor.
  • Merkezlerin de adı da zaten “Tüp Bebek Merkezi” olunca (Üreme Tıbbı – İnfertilite isimli merkez kurulması yasak) tüm infertil çiftlere doğal olarak bu gözlükten bakılıyor. İnfertilite yönetimi değil sadece tüp bebek işlemi yapılıyor.

Sonuçta ortalık, bilimsel tıp dergilerinde ve kongrelerde verilerini ve kanıtlanmış bilimsel buluşlarını sunmak yerine, medya yıldızı olmak için kanal kanal dolaşan hekimlerden ve onların “PR” yani halkla ilişkiler uzmanlarından yani sözde basın danışmanlarından geçilmiyor… Konuyu yumuşatmak için ticari tıbbın ayrılmazı “PR” sözcüğünün ekşi sözlükteki yorumunu yazmadan geçemedim : artıkın ne public ne de halk ile ilişkisi kalmayan pazarlama fonksiyonu, varsa yoksa para ve paranın satın alabileceği celebrity’ler üzerine kurulu kalmış koruk üzüm (bkz: üzümünü ye bağını sorma)

SÖZÜN ÖZÜ – Tüp Bebek kararı akabinde, henüz uygulama yapılmadan önce “Alan memnun, satan memnun” durumu geçerli. Başarısızlık durumunda ise yüksek beklentinin tutmaması, infertil çifte hem psikolojik hem de ekonomik çöküntü olarak geri dönüyor, hekimin de yönlendirmesi ile (aslında hiçbir ilişkisi olmadığı halde) yaptıkları veya yapmadıkları bir nedenle gebe kalamadıkları suçlaması aile içi sürtüşmelere bile yol açıyor. Bu kendi içinde çelişkili ruh hali, maalesef  ya tam bir tükenmişlik haline ya da bir sonraki tüp bebek hazırlığına zemin hazırlıyor

“Sağlıkta Dönüşüm” konseptinde olduğu gibi, vatandaşlar hekimlere, kurumlara ve istedikleri teknolojilere kolay ulaşımı ve 5 yıldızlı otel konforunu “iyi sağlık hizmeti” sanıyorsa da gerçekler böyle değil. Yüksek teknolojili tanı yöntemlerinin (başta görüntüleme) ve diğer laboratuar testlerinin klinik muayene ve değerlendirmenin önüne geçmesi, defansif tıp uygulamalarının artması, abartılı tanı ve tedavi furyasına, genel olarak kurumlara ve acil servislere başvuru ve cerrahi girişim ve de tüp bebek uygulama sayılarında patlamaya yol açmış durumda. Buradan nemalananlar özel sağlık kurumları, cezalananlar ise iyi sağlık hizmeti aldığını zanneden vatandaşlardır (yeni sistemde müşteri deniyor). Hekimler ise emek değerlerinin ayırdında olmayan “sağlık işçileri” konumundalar. Bu konuyu farklı blog yazılarımda* yeterince irdelediğim için ayrıntıya girmiyorum.

Son sözler :

“Kanıtlanmamış iddialar sadece ve her zaman iddia olarak kalmaya mahkumdur. Sürekli tekrarlanması iddiayı daha doğru yapmaz”

1957 yılında Nutri-Bio şirketini kurarak Amerika ve Kanada’da besin destek ürünleri pazarlayarak sıfırdan multimilyoner olan Edgar Shoaff’ın dediği gibi ;

Reklamcılık; yarı doğrulardan tam yalanlar üretmek sanatıdır”.

Prof. Dr. Kutay Biberoğlu

28 Şubat 2017, Ankara

*www.drkutaybiberoglu.com