Pandemiye tüm dünya çok hazırlıksız yakalandı. Her ne kadar Türkiye’de ilk olgunun açıklanması 11 Mart 2020 tarihinde olduysa da bundan önce de tanı konulmamış olguların bulunduğu kesin. Mart ayına kadar dünyada pandemi hakkında bir miktar bilgi birikimi olmuştu. Bundan yararlanabilir ve erken önlem alabilirdik ama yapamadık.
Geçmişte de çok örnekleri olduğu gibi siyaset kurumu, bu defa da bilimi dikkate almayarak popülist yaklaşımı seçti. Destan yazmak payesinin yöneticilerce çok sevildiği ve gereğinden çok kullanıldığı ülkemizde aslında gerçekten bir başarı öyküsü yazılabilirdi ama buna izin verilmedi. Dünya Sağlık Örgütü “test, test, test” diye haykırırken biz, başlarda çok az test uygulayarak enfekte olguları yakalayıp izole ederek topluma hastalığı bulaştırmalarını önleyemedik. Umre’den gelen ilk kafileler, “orada henüz enfeksiyon bildirilmemişti” gerekçesiyle ellerini kollarını sallayarak ülkenin her tarafına yayıldı. İran sınırını çok geç kapattık. En azından olgu sayılarının patladığı illerde karantina uygulamaktan kaçındık. Panik yaratmamak çabasıyla ve biraz da “destan yazdık” diyebilmek için olsa gerek sayıları gizlemeye, COVID19 oldukları kesin olduğu halde PCR testi pozitif olmadığı gerekçesiyle pek çok yeni hastayı ve ölenleri istatistiklere dahil etmedik. Hafta sonlarında, bayramlarda, belirli yaş grupları için yasaklar koyup önlem alıyorMUŞ gibi yapMIŞ olma yanlışına düşerek adeta halkı ve virusu kandırmaya çalıştık. Altmış beş yaş üstü insanlar sanki bulaştırma kaynağı imişler gibi hedef gösterilerek asıl hastalığı yayan gençleri görmezden geldik. Sanki pandemi bitmiş gibi halkın tüm kesimlerini sokaklara salarken akşamları belirli bir saatten sonra 65 yaş üstü insanları dışarıda yakalayıp para cezası kesmek, en hafif tanımıyla bir aymazlık ve ne yaptığını bilmemektir.
Salgının durumu Mart ayındaki ilk olgudan bu yana hiçbir zaman kontrol altına alınmadığı halde yine alınMIŞ gibi yapılarak, bir kez daha, siyaseten “yeni normal” kararı ile aslında halkın sağlığı tehlikeye atılmış oldu. Ayasofya’nın açılış şovu ile 350.000 kişi bilerek ve kasıtlı şekilde bir araya getirilerek pandeminin hızlanması için davetiye çıkarıldı. Pandemi kontrol altına alınMIŞ gibi yapılarak iyimser bir tablo ile normal hayata dönüş, halkın maske ve fizik mesafe gibi önlemleri ciddiye almaması sonucunu doğurdu. Beklendiği üzere, tekrar yeni olgularla yoğun bakım üniteleri dolmaya başlayınca bu defa günlük bildirim yöntemi değiştirilerek kriterleri belli olmayan “ağır hasta” kavramı kullanılmaya başlandı. Ardı ardına yapılan siyasi karar hatalarıyla geçtiğimiz 4 aylık değerli süreyi kullanamadık. Bunun bedeli büyük olasılıkla bu defa da okulları açmayarak eğitim öğretim görecek çocuklarımıza ödetilecek. Belki de daha da kötüsü, başka bir hatalı siyasi kararla okullar açılarak pandemi tam olarak patlatılacak. “Yeni normal” yaşama dönüş kararının, popülist siyaset adına halkı kandırmak yerine, durumun ciddiyeti anlatılarak ekonomik nedenlerle alınmak zorunda kalındığı anlatılsaydı, hem karar verici otoriteye güven artar, hem de insanlar kurallara daha fazla uyardı. Aslında dürüst bir yöneticinin yapması gereken, doğruların anlatılması olmalıydı.
Özetle, baştan itibaren “sosyal mesafeyi koruyun, maske takın, ellerinizi yıkayın” tavsiyeleriyle tüm sorumluluk halka yüklenmiş, pandeminin tüm hızıyla devam ettiği görülünce de önlemlere uymadıkları gerekçesiyle yine halk suçlanmıştır. Sosyal devlet ve koruyucu hekimlik kavramları tüketilmiş, değersizleştirilmiştir. Siyaset ve halkın sağlığı konusunda siyasetin yanlış kararlarını durduracak devlet mekanizmalarının olmadığı açık seçik ortaya çıkmıştır.
Korunma sorumluluğu tamamen halka, Türk insanına yüklendiğine göre ne yapılmalı, hangi noktalara dikkat edilmelidir? Günlük ihtiyaçların karşılanması için gidilmek zorunda kalınan alış veriş mekanlarının kapısından içeriye maskesiz insanların kesinlikle alınmaması gerekir. Hangi nedenle olursa olsun başkalarının yaşamını tehlikeye atmak pahasına maske takmayı reddetmek, ne demokratik hak ne de etik kavram açısından kabul edilebilir değildir. Bu bir toplum sağlığı konusudur. İnsanların evlerinde yapabilecekleri ibadet için kapalı ortamlara girmeleri gereksiz risk almaktır. Fizik mesafe, damlacıkların çeşitli faktörlerle çok uzaklara yayılabilmesi olasılığına karşı, belirtilen metre sınırının da olabildiğince üzerinde tutulmalıdır. Açık havada spor yaparken veya dinlenirken fizik mesafe olarak diğer insanlardan uzak durmak şartı ile maske takmak gerekmeyebilir. Gerekmedikçe hiçbir kapalı mekana girilmemesi, zevklerin, alışkanlıkların ve hobilerin pandemi şartlarına göre değiştirilerek ev sınırları içine uyarlanması yaşamsal önem taşır. Türkiye’de sağlık hizmetlerinin, hastane koşullarının, yoğun bakım yatak sayılarının, tedavi yöntemlerinin destansı olduğu siyasi mesajlarına bakılmaksızın, kendinizin ve çevrenizin sağlığını korumamanız halinde, dünyada hiçbir sağlık sisteminin belirli bir yükün üzerindeki bir pandemiye dayanabilmesinin mümkün olmadığını aklınızdan çıkarmayınız.
02.08.2020
Prof. Dr. Kutay Biberoğlu
Ankara